3 Ocak 2015 Cumartesi

BEĞENEREK TAKİP ETTİĞİM BİR İNSAN. AŞKIM TAN. ÜLKEMİZİN GURUR KAYNAĞIDIR KENDİSİ!!!

160 X 190

Yeni Türkiye Cumhuriyeti bana adını rahmetle andığım gazeteci – yazar Duygu Asena’nın Türk kadının bastırılmışlığını anlatan “Kadının Adı Yok” adlı romanını çağrıştırıyor bu günlerde… 1970’lerde yazılmış olmasına rağmen, içeriği bakımından günümüzde geçerliliğinin artmış olması ise daha üzücüdür. Neden mi? Bakınız hemen birkaç alıntı ile özetleyeyim size durumu: İlahiyatçı – yazar Ali Rıza Demircan’ın “sevişmek ibadettir” demesi, Sayın Cumhurbaşkanının yıllardır “en az üç çocuk”, son dönemde ise “doğum kontrol diye diye soyumuzu kuruttular” şeklindeki ifadesi, bu da yetmiyormuş gibi hazretlerinin çocuk siparişini de şu şekilde arttırması: “bir olur garip olur, iki olur rakip olur, üç olur denge olur, dört olur bereket olur, gerisi Allah Kerim..." Derken, Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun yılbaşı gecesi dünyaya gelen bir bebeği ziyarete gittiği hastanede “anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamalıdır” cümlesini söyleyivermesidir bana kadının adının olmadığını düşündüren. Bu söylemlerin toplamının Türkçe meali şudur ki “eşler, yataktan çıkmasınlar” daha da pekiştirmek gerekirse, amiyane tabirle “kadının karnından sıpayı eksik etmeyeceksiniz!” anlamını taşımaktadır.  Dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “tecavüze uğrayan doğursun gerekirse devlet bakar” söylemi ise cabası! Türkiye’nin dünya sıralamasında en kalabalık 16. ülke olmasına rağmen, demografik bilgilere göre Türkiye nüfusunun en önemli özelliklerinden biri genç olmasıdır. 0-14 yaş grubu nüfus, toplam nüfusun %24,58'ini oluşturmaktadır. Ancak bu oran 1965'den beri sürekli azalmakta olup Türkiye toplumu giderek yaşlanmaktadır. 0-14 yaş grubu 1965'te nüfusun  %41,9'unu oluştururken 2013'e göre %24,58'ine karşılık gelmekte olduğu ise yadsınamayan gerçeklerden biridir. Ülke nüfusunu gençleştirme isteği elbette kabullenilir bir olgudur ancak kadının kontrolsüz doğuma itilerek adeta bir kuluçka makinesine döndürülmesi ise hiçbir mantığın kabul edebileceği bir durum değildir. Kaldı ki iki yıldan az aralıklarla yapılan doğumlar annenin vücut sağlığını önemli ölçüde bozmakta, gebelik sırasında riskleri artırmakta, hatta ara vermeden arka arkaya yapılan doğumlar anne ölümlerine neden olmaktadır. Ayrıca sık aralıklarla doğan çocukların anne karnında gelişmelerinin tam olmadığı (doğum ağırlığı düşük bebekler), sakatlık oranının yükseldiği, bakımlarının güçleştiği ve bebek ölümlerinin arttığı ise bilinen başka gerçeklerdir. “Genç nüfus” tanımlaması bu durumda eksik kalmaktadır. Bu tanımlama ancak “genç ve sağlıklı nüfus” olursa ülkeye yararı olabilir. Hükümet tarafından mahremiyete yönelen bu aşırı ihlaller, kişilerin özel yaşamlarını olumsuz etkilemekte “aidiyet” hissini baltalamaktadır. Neticede “yatak ve yatak odası” sadece ve sadece iki kişinin paylaştığı özel bir alandır ve kimse bu alana müdahale etme hakkını kendinde görmemelidir. Bu ülkede kadınlar yıllarca okuyup aile geçimlerini sağlamak ve çocuklarının da geleceği için çalışmak zorundadır. Buna karşın kadınlarımıza ne hakla “evde oturup, sadece 3-5 çocuk doğur” deniliyor? Bu, Sayın Cumhurbaşkanının “"Kadın ile erkeği eşit konuma getiremezsiniz, o fıtrata terstir” ifadesinin tercümesi anlamını taşımıyor mu? Hiçbir kadın eğitim-öğretim ve çalışma hakkından yoksun bırakılmamalı ve çocuk doğurmanın “vatana hizmet” olacağı hikâyesi ile kandırılmamalıdır.
Aşkım TAN
03.01.2015

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder